P A R L A Y A N Y I L D I Z L A R
  VELİLERİMİZE
 

1. Küçükken daha, çocuğa ne isterse vermeye başla !

Ki, herkesin onun geçimini sağlamakla
mükellef olduğuna inansın...
2. Fena sözler söylediğinde gül !
Ki, kendisinin akıllı olduğuna inansın...
3. Ona düşünmeyi, beynini kullanmayı öğretme sakın !
Bırak, onsekizine gelince kendisi karar versin...
4. Yerde bıraktığı her şeyi kaldır:kitaplarını, giysilerini,
pabuçlarını...Onun için her şeyi sen yap !
Ki, sorumlulukları hep başkalarına yüklesin...
5. Onun önünde sık sık kavga et !
Ki, bir gün aile parçalanırsa pek de şaşırmasın...
6. Ona istediği kadar harçlık vermekten kaçınma !
Asla kendi parasını kazanmanın
ne demek olduğunu öğrenmesin...
7. Yiyecekmiş, içecekmiş, konformuş, tüm arzularını
yerine getir !
Ki, istediklerini her zaman elde etmeye
Şartlansın...
8. Komşulara, öğretmenlere, polise, vs. karşı
hep onun tarafında ol !
Ki, hepsine karşı ön yargılarla davransın...

Evet evet, bütün bunları yap !
Ki, günün birinde onun başına bir bela gelirse
kendinden özür dile,
ama onu felaket dolu bir hayata
hazırladığın için
kendine teşekkür etmeyi de
İhmal etme sakın !.   ÜSTÜN DÖKMEN



GERÇEK DOST :  Bizi yüzümüze karşı eleştiren ama herkesin içinde savunan, başarılarımıza sevinen, başarısızlıklarımıza üzülen, bizi sıkkın görünce diğer dostlara haber salıp bizimle ilgilenmelerini isteyen, birileriyle tanışmamız gerekiyorsa o buluşmayı sessizce düzenleyen, bizi dikkatle izleyen ama sahiplenmeyen, bir başka kıta da yaşasa ve günde 14 saat çalışsa da ihtiyacımız olduğu anda yardımımıza koşan... Gerçek dost işte budur ve hayatta en büyük zenginlik böyle dostlara sahip olmaktır.


BİR HİKAYE:  Bir kız herşeyden şikayet ediyor. Her sorundan sonra yoruluyor. Problem çözüyor, yenisi karşısına çıkıyor. Babası ahçı. Bir gün babası onu mutfağa götürdü. 3 cezveyi suyla doldurdu.  Birine patates, diğerine yumurta, bir diğerine kahve çekirdekleri koydu. Cezveleri ateşe koyup 20 dakika sonra altlarını kapattı. Cezvedeki patates ve yumurtayı tabaklara, kahveyi fincana koydu. Kızına bunlara yakından bakarak neler gördüğünü söylemesini istedi. Kız patatese dokundu, yumuşamıştı. Yumurtaya dokundu, katılaşmıştı. Babası kahveden bir yudum almasını söyledi. Kız kahveden bir yudum alasıya kahvenin nefis tadıyla suratına bir gülümseme yayıldı. Baba "Patates, yumurta, kahve hepside aynı şeyi yaşadılar, kaynar suya girdiler. Patates önce sert, güçlü idi, kaynar suya girince yumuşadı, güçten düştü. Yumurta kırılgandı, dışındaki ince kabuk içindeki sıvıyı koruyordu. Kaynar suda içi sertleşip katılaştı. Kahve çekirdekleri hem kendisi değişti, hem de suyu değiştirdi. SEN HANGİSİSİN? Bir sorunla karşılaşınca patates gibi yumuşayıp ezilecek misin? Yumurta gibi kalbini katılaştıracak mısın? Kahve çekirdekleri gibi başına gelen olayların senin hayatına tat katmasına izin mi vereceksin?"
 
KEŞKE BUNDAN YİRMİ BEŞ YIL ÖNCE BİRİ BANA YAŞAMIMDAKİ KALICI ANLAMIN PROFESYONEL HAYATIMDAKİ BAŞARIMIN DEĞİL, ÇOCUKLARIMIN DEĞERLERİNİ ŞEKİLLENDİRMEK OLDUĞUNU SÖYLEMİŞ OLSAYDI.   Haham Harold Kushner



*EĞİTİM AİLEDE BAŞLAR. DÜNYADAKİ AYNALAR ÇOCUKLARIMIZDIR. AİLEDEKİ BİREYLERİN KİŞİLİK YAPISI, ÇOCUĞUN KİŞİLİK YAPISINI ŞEKİLLENDİRİR. ONLARLA İYİ İLETİŞİM KURALIM. DAVRANIŞLARIMIZDA TUTARLI OLALIM.*



***ÇOCUKLAR DONMAMIŞ BETON GİBİDİR, ÜZERLERİNE NE DÜŞSE İZ BIRAKIR.***


                            YAPICI OLMAK EĞİTİM GEREKTİRİR
           Hindistan'da ünlü bir ressam varmış. Herkes bu ressamın yaptıklarını kusursuz kabul edecek kadar beğenirmiş ve ona "Renklerin Ustası" anlamında Ranga Guru derlermiş.
           Onun yetiştirdiği bir ressam olan Raciçi ise artık eğitimini tamamlamış ve son resmini yaparak Ranga Guru'ya götürüp ustasından resmini değerlendirmesini istemiş. Ranga Guru:
             _ Sen artık ressam sayılırsın Raciçi. Artık senin resmini halk değerlendirecek diyerek resmi şehrin en kalabalık meydanına götürüp koymasını istemiş. Yanına da halktan, beğenmedikleri yerleri işaretlemelerini rica eden bir yazı ve bir de kırmızı kalem bırakmasını söylemiş. Raciçi denileni yapıp birkaç gün sonra resme bakmaya gittiğinde görmüş ki, tüm resim çarpılar içinde ve neredeyse görünmüyor. Büyük bir üzüntü içinde ustasına durumu anlatmış.
             Ranga Guru üzülmemesini ve aynı resmi yeniden yaparak, tekrar şehrin o meydanına bırakmasını istemiş. Ama bu defa yanına bir palet dolusu çeşitli renklerde yağlı boya, birkaç fırça ve insanlardan beğenmedikleri yerleri düzeltmesini rica eden bir de yazı bırakmasını söylemiş. Raciçi denileni yapıp da birkaç gün sonra meydana gittiğinde görmüş ki resmine hiç dokunulmamış, fırçalar da, boyalar da kullanılmamış. Sevinçle ve koşarak ustasına gidip resmine dokunulmadığını anlatmış.
             Ranga Guru ise: "Sevgili Raciçi, sen birinci durumda, insanlara fırsat verildiğinde ne kadar acımasız bir eleştiri sağanağı ile karşılaşabileceğini gördün. Hayatında resim yapmamış insanlar dahi gelip senin resmini karaladılar. Oysa ikinci durumda onlardan hatalarını düzeltmelerini istedin, yapıcı olmalarını istedin. Yapıcı olmak eğitim gerektirir... Hiç kimse bilmediği bir konuyu düzeltmeye kalkmadı, cesaret edemedi. 
              Sevgili Raciçi, mesleğinde usta olman yetmez, bilge de olmalısın. Bilmelisin ki emeği takdir edecek ve karşılığını ödeyecek olanlar ancak arif kimselerdir.Yapıcı olamayacak kadar eğitimsiz olanlar ve iyi niyetten uzak kimseler içinse senin emeğinin hiç bir değeri yoktur. Sakın emeğini bilmeyenlere sunma ve asla bilmeyenlerle tartışma!

                       ÇOCUKLAR BABALARI HAKKINDA NE DÜŞÜNÜRLER?

6 yaşında, babam her şeyi bilir.
10 yaşında, babam çok şeyi biliyor.
15 yaşında, ben de babam kadar biliyorum.
20 yaşında, muhakkak ki babamın öyle pek fazla bir şey bildiği yok.
30 yaşında, bir kere de babamın fikrini sorsam fena olmayacak.
40 yaşında, ne de olsa babam bazı şeyleri biliyor.
50 yaşında, babam her şeyi biliyor.
60 yaşında, ahhh!.. Babam hayatta olsaydı da kendisine bir danışabilseydim...


'Her sabah Afrika'da bir ceylan uyanır. En hızlı aslandan daha hızlı koşması gerektiğini bilir, yoksa öldürülecektir.

Her sabah Afrika'da bir aslan uyanır. En hızlı ceylandan daha hızlı koşması gerektiğini bilir, yoksa aç kalacaktır.

Aslan veya ceylan olmanız fark etmez. Güneş doğduğunda koşmaya başlasanız iyi olur.'    (Afrika Atasözü )

 

                                    Kavak Ağacı ile Kabak

Ulu bir kavak ağacının yanında bir kabak filizi boy göstermiş. Bahar ilerledikçe bitki kavak ağacına sarılarak yükselmeye başlamış. Yağmurların ve güneşin etkisiyle müthiş bir hızla büyümüş ve neredeyse kavak ağacı ile aynı boya gelmiş. Bir gün dayanamayıpsormuş kavağa:

-Sen kaç ayda bu hale geldin ağaç?

-On yılda, demiş kavak.

-On yılda mı? Diye gülmüş ve çiçeklerini sallamış kabak.

-Ben neredeyse iki ayda seninle aynı boya geldim bak!

-Doğru, demiş kavak.

Günler günleri kovalamış ve sonbaharın ilk rüzgârları başladığında kabak üşümeye sonra yapraklarını düşürmeye, soğuklar arttıkça da aşağıya doğru inmeye başlamış. Sormuş endişeyle kavağa:

-Neler oluyor bana ağaç?

-Ölüyorsun, demiş kavak.

-Niçin?

-Benim on yılda geldiğim yere, iki ayda gelmeye çalıştığın için. 

 Ders: Çalışmadan emek harcamadan gelinen nokta başarı sayılmaz. Kolay kazanılan, kolay kaybedilir.  Her işte alın teri ve emek şarttır.


                                                   Geleceğini biliyordum...

Savaşın en kanlı günlerinden biriydi. Asker, en iyi arkadaşının az ilerde kanlar içinde yere düştüğünü gördü. İnsanın başını bir saniye bile siperin üzerinde tutamayacağı ateş yağmuru altındaydılar. Tam siperden dışarı doğru bir hamle yapacağı sırada, başka bir arkadaşı onu omzundan tutarak tekrar içeri çekti,

-Delirdin mi sen? Gitmeye değer mi? Baksana delik deşik olmuş. Büyük bir ihtimalle ölmüştür. Artık onun için yapabileceğin bir şey yok. Boşuna kendi hayatını tehlikeye atma.

Fakat asker onu dinlemedi ve kendisini siperden dışarıya attı. İnanılması güç bir mucize gerçekleşti, asker o korkunç ateş yağmuru altında arkadaşına ulaştı. Onu sırtına aldı ve koşa koşa geri döndü. Birlikte siperin içine yuvarlandılar. Fakat cesur asker yaralı arkadaşını kurtaramamıştı. Siperdeki diğer arkadaşı;

-Sana değmez demiştim. Hayatını boşu boşuna tehlikeye attın.

-Değdi, dedi, gözleri dolarak, -değdi...

-Nasıl değdi? Bu adam ölmüş görmüyor musun?

-Yine de değdi. Çünkü yanına ulaştığımda henüz sağdı. Onun son sözlerini duymak, dünyalara bedeldi benim içim.

Ve hıçkırarak arkadaşının son sözlerini tekrarladı:

-Geleceğini biliyordum... Geleceğini biliyordum...

 Ders: Güven vermek önemlidir. Güven duymak önemlidir. Duyulan güveni boşa çıkarmamak daha da önemlidir.



ALIŞKANLIK
  Bir köylü kadın ,bir danayı doğar doğmaz kucağına alıp sevmiş,sonrada bunu adet edinmiş,hergün danayı kucağına alıp taşırmış;sonunda buna o kadar alışmış ki dana büyüyüp koskoca öküz olduğu zaman,onu yine kucağına alıp taşıyabilmiş.Bu hikâyeyi kim uydurduysa alışkanlığın ne büyük bir güç olduğunu çok iyi anlamış olacak.
   Gerçekten alışkanlık pek yaman bir hocadır ve hiç şakası yoktur.Yavaş yavaş ,sinsi sinsi içimize ilk adımını atar; başlangıçta kuzu gibi sevimli, alçak gönüllüdür ama zamanla oraya yerleşip kökleşti mi öyle azılı ,öyle aman-sız bir yüz takınır kendisine gözlerimizi bile kaldırmamıza bile izin vermez.
   Bence en büyük kötülüklerimiz ,küçük yaşımızda belir-meye başlar ve asıl eğitimimiz bizi emzirip büyütenlerin ve daha sonra okutanların elindedir.Çocuk bir tavuğun boynunu sıkar;kediyi, köpeği,oyuncak edip yara bere içinde bırakır;anası da ona bakıp eğlenir .Kimi babada oğlunun savunmasız bir köylüyü, bir uşağı öldüresiye dövdüğünü, bir arkadaşını kurnazca aldattığını gördüğü zaman, bunu yiğitlik belirtisi sayarak sevinir.Oysa bunlar zalimliğin,zorbalığın,dönekliğin asıl tohumları,kökleridir;çocukta filizlenirler,sonra alışkanlığın kucağında,alabildiğine büyüyüp gelişirler.Bu kötü meyli yaşın küçüklüğüne ve işin önemsizliğine bakarak hoş görmek tehlikeli bir eğitim yoludur.Önce şu bakımdan ki çocukta doğa egemendir ve doğa asıl yeni tomurcuk salarken katkısız ve gürbüzdür; sonra da hırsızlığın çirkinliği,çalınan şeye göre değişmez ki:Ha altın çalmışsın ha bir iğne. ‘’İğne çaldı ama altın çalmak aklına bile gelmez’’.diyenlere benim diyeceğim şudur: ‘’İğneyi çaldıktan sonra niçin altını da çalmasın?’’
MONTAIGNE (Monteyn)
**************************************************


 
Yolumuzdaki engeller..

 Eski zamanlarda bir kral, saraya gelen yolun üzerine kocaman bir kaya koydurmus, kendisi de pencereye oturmustu. Bakalim neler olacakti?

  Ülkenin en zengin tüccarları, en güclü kervancıları, saray görevlileri birer birer geldiler, sabahtan öğlene kadar. Hepsi kayanin etrafindan dolasıp saraya girdiler. Pek çoğu kralı yüksek sesle elestirdi. Halkından bu kadar vergi alıyor, ama yolları temiz tutamıyordu. Sonunda bir köylü çıkageldi. Saraya meyve ve sebze getiriyordu. Sırtındaki küfeyi yere indirdi, iki eli ile kayaya sarıldı ,ıkına ikina itmeye basladi. Sonunda kan ter icinde kaldi ama, kayayi da yolun kenarina cekti. Tam kufesini yeniden sirtina almak uzereydi ki, kayanin eski yerinde bir kesenin durdugunu gordu. Acti.. Kese altin doluydu. Bir de kralin notu vardi icinde.. "Bu altinlar kayayi yoldan ceken kisiye aittir" diyordu kral. Koylu, bugun dahi pek cogumuzun farkinda olmadigi bir ders almisti. "Her engel, yasam kosullarinizi daha iyilestirecek bir firsattir.."

 SAYIN VELİLERİM; *“Çocuğum için her şey feda olsun!” diyerek onu kral ve kraliçeler gibi yetiştiren anne-babalar, aslında kendini beğenmiş ve devamlı hizmet alan bir insan yetiştirdiklerinin farkında değil. Her işi ebeveyni tarafından yapılan çocuk, “Hak ettiğim şeyi almam için fazla çabalamama gerek yok” düşüncesiyle hayata atılır ve çoğu zaman mutsuz olur. *Uzmanlar, anne-babanın karşılık beklemeden çocuğa sürekli bir şeyler vermesinin, çocuğun gelecek hayatıyla ilgili ciddi problemler yaşamasına sebep olabileceğini vurguluyor. Uzmanlar, fedakârlığın sadece ebeveyn olma içgüdüsüyle, karşılıksız olarak değil, çocuğa karşılıklı kazanımları olacağı bilincini vererek yapılması gerektiğini söylüyor.
   Örneğin; “Bugün çok fazla ödevin olduğu için yatağını ben topluyorum, sen de ödevlerini güzel bir şekilde yapmalısın.” gibi.
*
Eyvah çocuğum okumuyor 
  
Eğer ki “Çocuğum kitap okumuyor.” diyorsanız. Bunun sorumlusunu okulda yada çevrede aramanın çocuğunuza bir faydası yoktur. Çocuğun en büyük modeli anne ve babasıdır
  *Yapılacak şeyler aslında çokta zor olmayan ve fazla emek istemeyen davranışlardır. Eğer çocuğunuzun iyi bir okuyucu olmasını istiyorsanız, her şeyi okuldan ve öğretmenden beklememelisiniz. Zaten böyle bir düşünce içerisine girmeniz problemi tek başına çözemez.
*Yapacağınız basit ve yönlendirici davranışlarla çocuğunuzu iyi bir okuyucu yapabilirsiniz:
*Yüzyılın en büyük buluşlarından olan internetin hayatımızın her evresine girdiği şu zamanda haberleri internetten, yada televizyondan takip ediyor olsanız bile evinize mutlaka her gün ya da iki günde bir gazete almalısınız ki çocuğunuza iyi bir model olabilesiniz. Tabi ki sadece akşamları eve gazete getirmekte problemi çözmez. Çocuğunuz sizin gazete ve kitap okuduğunuzu görmelidir. Gazete ve kitap okuyan baba ve anne çocuğu kendisine soru yönelttiğinde, “Görmüyor musun meşgulüm bir şeyler okuyorum.” diyerek tepki göstermez. Bu davranış çocukta, ?Babam gazete ve kitaplara benden daha çok önem veriyor.? düşüncesi uyandırır. Gazetenin ve kitapların kendisi ve babasının arasına girdiğini düşünerek gazeteye ve okumaya karşı çocuğunuzda olumsuz düşünceler oluşmasına neden olur. 
 
* Bir yere yada geziye giderken çantanıza kitabınızı koyun ve böylece kitaplara ne kadar önem verdiğinizi çocuğunuza gösterin. Baba ve annesinin yanlarında kitap taşımaları, ailesinin kitaba verdiği önemi çocuğa gösterir. ?Babam ve annem kitap okuyorlarsa, okumak gerçektende yararlı bir şeydir.? düşüncesi çocukta oluşur ve okumaya başlar. *Çocuğunuzla birlikte zaman geçirin ona değer verdiğinizi anlasın, ardından bir alışveriş merkezine veya kitapçıya gidiniz ve sadece bir kitap alarak ona hediye ediniz. Çocuk ailesinin kendisine çok değer verdiğini ve bu değer ölçüsünü göstermek için kitap aldıklarını görmesi kitabın çok değerli bir şey olduğu bilincini çocukta oluşturacaktır.

*Eğer mümkünse çocuklarınızla birlikte günün belli bir zamanı kitap okuyun. Düzenli yemek ve içmenin sağlığımız için önemi neyse, düzenli kitap okumanın da ruh sağlığımız ve bilgi düzeyimizin artması için o kadar önemli olduğu bilincini çocuklarınızda uyandırın
*TELEVİZYON TUTKUSUNU NASIL AZALTALIM ABD’deki bir araştırma, fazla televizyon seyretmenin özellikle bebeklik çağından yeni çıkmış çocuklarda (3 yaş civarı) saldırgan kişilik oluşmasına yol açabileceğini ortaya koydu.

*Araştırmada, Amerikan Pediyatri Akademisi tarafından 2 yaş ve altındaki çocuklara televizyon seyrettirilmemesi, daha büyüklerin ise günde en fazla iki saat seyretmeleri yönündeki önerisine de işaret edilerek, çocukların kişisel gelişimlerinde yararlı olacak okuma ve oyun oynamak gibi etkinlikler yerine televizyon seyretmelerinin genel olarak kişisel bozukluklara neden olduğu söylendi.


*DÜZENLİ-SİSTEMLİ VE VERİMLİ ÇALIŞMA ALIŞKANLIĞI
*Öğrencilerin okul başarılarının düşük olmasının önemli nedenlerinden birisi de verimli ders çalışma yollarını bilmemeleri ya da bu konuda yanlış alışkanlıklara sahip olmalarıdır.
*
Ders çalışma , ödev yapma alışkanlığı ve sorumluluğunun 1.sınıftan -hatta anasınıfı- başlanarak çocuğa kazandırılması gerekiyor.Sınıfı ilerledikçe de alıştırılması bir o kadar güçleşiyor.Ve bu alışkanlığın kazandırılmasında okuldan çok ailenin etkin olması gerek.Ders çalışmak sadece ödev ile sınırlı değil ama aileler ödev yapan çocuğun tüm ders sorumluluğunu yerine getirdiğini düşünüyor.

*Her çocuk ders çalışmak istemez ve ders çalışmama davranışının altında çocukların doğuştan getirdiği bazı yatkınlıklar mevcuttur. Bu tür doğal eğilimlerle baş etmenin yolu çocuğa sürekli görevlerini hatırlatmak değildir. Çoğu anne-baba bugün ders çalışmayan çocukla birlikte dersin başına oturmayı, ona sürekli “Bak dersini çalışmıyorsun, ödevini yapmıyorsun” telkinlerinde bulunurlar. Sonuç, çocuk asla bir öz-disiplinini edinmediği gibi anne-baba da bu telkinlerden dolayı aşırı yoruluyor ve yıpranıyor. Anne-baba gittikçe daha sinirli ebeveynler haline geliyor, çocuk da onlardan duygusal olarak gittikçe uzaklaşıyor

*O zaman bu konuda yapılması gereken şey, çocuğa bir ya da birkaç kere de olsa ders yapmama ve ödevlerini zamanında tamamlamamanın sonuçlarını kendisinin yaşamasına “izin” vermektir. Bunun sonuçları düşük not almaya, öğretmenden azar işitmeye ve arkadaşlarının yanında zor duruma düşmeye kadar gitse de, çocuk bunu kendi gördüğü zaman daha kalıcı davranış kalıplarına çekilecek ve anne-baba da gereksiz yorulmayacaktır. *
ÇOCUĞUMUN EV ÖDEVLERİ
*
İlköğretim 1,2 ve 3. sınıfa giden çocuklar için duygusal ihtiyaçların giderilmesi son derece önemli. Bu nedenle okuldan geldiklerinde dinlenme saatlerini onlarla konuşarak, sohbet ederek, onların hoşuna giden oyunlarına eşlik ederek değerlendirirseniz çok işe yarar. Duygusal ihtiyaç, aile büyükleriyle keyifli zaman geçirilerek doyurulur çünkü .
*Ödevin yapılması gereken saatlerde; çocuğun çalışması gereken ortama yakın yerlerde dikkati ve ilgiyi dağıtabilecek çok fazla uyaranın olmamasına dikkat edin.  TV, radyo, yüksek sesle konuşan bir grup gibi belirli uyarıcılar dikkatin toparlanmasını ve ilginin sadece çalışılması gereken ödevine yönlendirilmesini zorlaştırır
*Harcadığı zamanı ve emeği takdir ederek, yanlışlarını daha fazla çaba sarfederek düzeltebileceğini göstermek önemlidir. Ayrıca o dersle ilgili başarının tek göstergesi ödevler olamayacağı için; değerlendirmenin tamamının bizim tarafımızdan yapılmaması da gereklidir. Öğretmenin değerlendirmesinin önemine yapılan vurgu; ödevlerini yapmaktan kaçınan bir çocuk için sorumluluk hissedebileceği bir hal oluşturabilmektedir. 
 
*Ödev yaptırmak için rüşvet önermeyin. “Ama bunları bitirmen gerekiyor! Sen öğrencisin ve ödevlerini yapman gerekiyor! Deyin. Ödevlerini bitirdiğinde yanağından öpmek, tatlı cümlelerle taltif etmek ve istediği güzel bir keki birlikte yiyerek keyif yapmak gibi duygusal ödüller verin. 
*Çocuğun ödevlerini onun yerine yapmayın sakın! En tipik hata. Ona yardım etmek demek, soruları çözüp ona ezberden yazdırmak demek değil sevgili anne/babalar! Sorularla, yönlendirmelerle cevabı onun bulmasını sağlamak gerekli.


BİLGİSAYAR OYUNLARI 
Rapor, bilgisayar oyunlarının çocukları daha saldırgan, saygısız ve hantal hale getirdiğini ortaya koyuyor. Çocukları saatlerce bilgisayar başında tutan,şiddet içerikli oyunlara dikkat çeken uzmanlar, bu oyunların çocukları şiddete sevk ettiğini ve sosyalleşmelerine engel olduğunu ifade ediyor.

 
  Bugün 1 ziyaretçi (7 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol